Blog

15.01.2008 17:40

AŞK... SANAL DÜNYADAKİ TEK GERÇEK...

Sanırım 14 sene kadar önceydi. Akşam okuldan sonra eve gelip telefonun başına oturduğumu hatırlıyorum. “O” arayacağını söylemişti. Galiba 1 ya da 1.5 saat sonra aradı… Sesini duymak dünyalara bedeldi. 4.5 saat konuştuğumuzu hatırlıyorum.

Bu anı neden geçmişten kopup geldi şimdi, asıl onu söylemek isterim;

Dünya inanılmaz bir hızla sanallaşıyor. Kim bilir kaç bin defa dile getirilmiş, satırlara dökülmüş bu endişeyi bir süredir yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. Korkum belki 10 yıl sonra pek çoğumuzun arkadaşlarımızı ve hatta sevgilimizi el yazısından tanıyamayacak olmamız. Şu anda odamdaki dolabın içinde bir kutuda hala özlediğim geçmişim sayfalar dolusu mektuplarda yaşıyor. Ankara’da üniversite yıllarımda İstanbul’da yaşayan arkadaşlarımdan gelen mektupları posta kutusunda gördüğümde ilk yaptığım şey zarfın üzerindeki el yazısını okumaktı. Kimin gönderdiğini o el yazısından anlamaya çalışmak bir başka heyecan katıyordu bana… Şimdi düşünüyorum da, en son ne zaman el yazısı ile yazılmış bir mektup aldık?

Karşımda duran ekranda bir posta kutum var. 5 okunmamış mesaj yazıyor sol üst köşede. Toplamda ise 1000 e yakın mesaj gelmiş. Yani hiç de asosyal bir adam sayılmam. Pek çok arkadaşım var ve hemen hemen hepsiyle sık sık mesajlaşıyoruz. Ancak bir masanın çevresinde oturup gözlerinin içine bakmak gibi olmuyor hiçbir zaman. Onlar bana mail atıyor, ben onlara mail atıyorum. Hepsi bu… Bir zamanlar gözlerde paylaşılan hüznü satırlardan anlamaya çalışıyorum… Suratlardaki gülümsemeyi ekranda gözümün önünde kayıp geçen satırlarda arıyorum şimdi…

Ya “AŞK”?

Hangi erkek “şu kadınları asla anlayamayacağım” diye düşünmemiştir ki? Karşı karşıya oturduğumuz, göz göze bakıştığımız, el ele dokunabildiğimiz zaman anlayamadığımız kadınlardan korkarım bu sanal dünyada daha da uzaklaşıyoruz… Ve olan “AŞK” a oluyor.

Okuldan eve döner dönmez o telefonun başına oturduğumda hissettiğim sabırsızlığı, heyecanı bugün 18 yaşında olan hiç kimse bilemez. Onlar birbirlerine sms atarak, her an yanlarında taşıdıkları telefonlara hapsedilmiş bir dünyada sürekli haberleşiyor ancak özgürlüğün tadını asla bilemiyorlar. Biz tamamen kendimize ait bir dünyada sevdiğimiz kadına adanmış bir kalp taşıyorduk. Nerede olduğunu bilmesek de arayacağını biliyorduk. Gecikip de gelemediği zaman bize haber veremese de bekliyor çünkü geleceğini biliyorduk…

Kadınları asla anlayamayan erkekler, ya da erkekler tarafından asla anlaşılamadığını iddia eden kadınlar birbirlerini ufacık bir ekrana ya da her an ceplerinde taşıdıkları bir telefona hapsetmiş, hiç durmadan şikayet ediyorlar… Üzücü gibi gelse de, biz bu gerçekle yaşamak zorundayız.

Peki çözüm ne? Yani sorunu bu kadar net ortaya koyabildikten sonra bir de çözüm önerisi getirmek şart sanırım.

Çözüm “fark yaratmak”… Hani çağımızda pek çok danışmanın ya da markanın ağzında sakız haline gelmiş bu klişenin gerçekten ne anlama geldiğini anlayıp, buna göre hareket etmekten geçiyor çözümün yolu.

Etrafım kendi çevresine aşılmaz duvarlar örmüş, çok üzülmüş ve artık üzülmek istemeyen kadınlarla dolu. Hepsi, bir geçmişte bir ya da birkaç adam tarafından hayal kırıklığına uğratılmışlar. Sonradan hayatlarına giren herkes, bu kalın duvarları yumruklayıp ya da omuz atıp yıkmaya çalışmış. Yeterince sanallaşan bir dünyada fark yaratmayı beceremeyen insanlar bu duvarları yıkamayınca pes etmiş, üstüne üstlük hep, o duvarların içinde kendini yalnızlığa mahkum ettiğini düşündükleri kadını suçlamışlar.

Oysa yapacakları tek şey o duvarları yıkmaya çalışmaktan vazgeçip bir an durmak ve kafalarını yukarı kaldırıp bakmak…

Duvarların içinde umutsuz bir hayat yaşadığını düşündükleri o kadın aslında yukarıda o adamın elini tutup, onu yukarı çekmek için bekliyor. Aradığı yegane şey ise kafasını yukarı kaldırıp bakacak o adam…

Fark yaratan adam…

Çünkü o kadın biliyor ki, fark yaratan bu adam, onu da anlamak için çaba sarf eder…

Aslında kadının istediği tamamen anlaşılmak değil, onu anlamak için çaba sarf edecek bir adam…

Biz insanlar “AŞK” a her zaman kendimizce anlamlar yükledik. Aşk’ın anlaşmak olduğunu düşündük. Hissetmek olduğunu, dokunmak olduğunu, sevişmek olduğunu, hızlı bir kalp atışı olduğunu…

Dedik ki, aşk bakışlardadır. Aşk sevgilimin avuçlarında, yüreğinin derinliklerinde, teninde, kelimelerinde, saçlarındadır…

Belki isteyerek, belki istemeyerek sorumluluklar yükledik “AŞK” a…

Aşk evliliği dedik. Evliliğin sorumluluğunu ona yükledik.
Cinayet işledik. Suçlu yine aynıydı.. Aşk cinayeti…

Terk ettik. Çünkü “aşk gitmektir bazen” dedik…

Aşıksan anlarsın, aşıksan dinlersin, aşıksan gelirsin, aşıksan gitmezsin vs..

“AŞK” a sorumluluk yüklememek gerekiyor… Onu yaşayacağız ve ona sahip olduğumuz sürece tadını çıkaracağız. Belki bir gün gidecek. Biz “O”nu aramaya devam edeceğiz ve Shakespeare’i hatırlayacağız;

“sonsuza dek sevdikleriniz sonsuza dek sizindir…”

Şu sanal dünyada hala gerçek olan tek şey “AŞK” çünkü….

—————