Blog

22.12.2015 09:03

Dilek'i vurdular...

Üzerinden 3 gün geçti... Anca nefes almaya başladım...

Malum videoyu seyredenlerdenim ben de... Hala o çığlıklar ve o polislerin konuşmaları kulaklarımda.

Nasıl bu kadar kötü olabildiklerini sorgulamıyorum... Hep söylüyorum, iyi kadar kötü de var. Her zaman da olacak. Benim sorguladığım, bu kötülük karşısında susanlar.

Putin'e sallıyor...
İsrail'e bi sallıyor, bi makas alıyor...
Paralele sallıyor...
Medyaya sallıyor, yazarlara sallıyor...
Alevilere sallıyor, atesitlere sallıyor...
İçki içene sallıyor, Müslümansa sallamıyor...
Şehit babasına ayrı sallıyor, anneye ayrı sallıyor, çiftçiye bir başka sallıyor, Berkin'e falan öf ne biçim sallıyor...

Bir kere de çıkıp desin ki, "eyyyy polisss! Sen sana kapıyı açıp, hiç direnmeden içeri alan, silahsız, masum, gencecik bir kızı nasıl vurursun! Bu davanın savcısıyım ben artık! Bu kötülüğün takipçisi olacaamm! Öyle 3-5 yılla kurtulamayacak! Öyle bir ceza alacak ki, hiç kimse benim masum halkıma böyle silah çekemeyecek, bu polis olsa bileeeğğğ!" Ütopya işte...

Böyle bir konuşmayı asla duyamayacağız miletçe...

Çünkü adam aslında Türk milletini sevmiyor bence. Valla sevmiyor bak... Ülke yangın yeri, şehitler peş peşe geliyor, bu ve şürekası düğün dernek, sabahlar olmasın! Suriye'de gencecik kız vuruluyor, hooop, bir ağlama, bir dram...

Suriyeli kıza 4 parmak, bize orta parmak çok şükür...

Nasıl bir öfkedir, nasıl bir kindir bu anlayamıyorum... Soma'da insancıklar ölüyor, gidip halkı dövüyor. Polis gencecik adamları gözünü kırpmadan vuruyor, benim kahraman polisim diyor. Polis günahsız bir kızı, hem de evinde, hem de tüfekle vuruyor, bu gidip stadyum açıyor, top tepiyor... Öyle de komik ki, stada taraftar sokmuyor, belediye işçilerine kendini alkışlatıyor... Bir tribün yeşiiilll diye bağırsa diğer tribün hangi rengi söyleyeceğini bilmiyor, o kadar Bursalılar yani...

Kendi halkından nefret eden, kendi halkından korkan, kendi halkına demediğini bırakmayıp, elalemin halkını yere göğe sığdıramayan, bir garip adam...

Daha da komik olanı ne, biliyor musunuz?

Halkım halkım dediği, noel kutlamasını protesto için yılbaşında kuruyemiş satmayan, AKP kadın kolları kongresinde silme 20 erkek fotoğraf çektiren, turiste 15 kişi dalıp, afiyetle dayak yiyen tipler...

Batı da ayrı öldürüyorlar, Doğu'da ayrı...

Ondan sonra denyonun teki gitmiş AVM ye, "Müslüman Noel kutlamaz" diye yazı ile dolanıyor...

Lan oğlum, anladık 10 numara Müslümansınız hepiniz de, bi de adam olaydınız...

Müslüman çalmaz, Müslüman öldürmez, Müslüman kul hakkı yemez, Müslüman yalan söylemez falan yazın bi kere de o pankarta, canımı isteyin...

Yok Noelmiş, yok kuryemişmiş...

Doğu'da kimse kalmadı... Batı'da da kalmayacak 4-5 ev daha bassalar.

Artık baş başa gider Bursa'nın sahasında "omuz omuzaaa!" yaparsınız...

Önce bağırır bir tribün "yeşiiiiilll!!!"

Sonra diğeri "moooorrr!!"

Çook Dilekler ölür bu ülkede daha...

Nasır tutmuş yürekler doymaz o giden Dileklere...

Hep daha fazlasını ister...

Hep daha fazla Dilek...

Nefes almak için değil, can almak için atar çünkü o yürek...

 

—————

20.12.2015 10:31

Protez Hayatlar

Sigmund Freud... 1923 yılında 67 yaşındayken üst çene ve damak kanserine yakalanıyor... Tam 33 kez ameliyat oluyor. Kullandığı protez yüzünden uzun yıllar yeme ve konuşma zorluğu yaşıyor... Ölene kadar 16 sene daha çalışmalarına devam ediyor...

Psikoanalitik kuram nedir bilmeyenler vardır. Ancak Freud'un kim olduğu hemen herkesin malumudur...

...

Hayatını okurken, kullanmış olduğu proteze takıldım...

Nedir protez?

Yaralanmalar, tümör cerrahileri, kangren, iltihap ve benzeri organ hasarları sonucu vucudun geri kalanının sağlığını korumak amacıyla hasar gören organ çıkartılır. Bu organın fonksiyonunu ve şeklini taklit eden protezler bu organdan geriye kalan vücut boşluğuna yardımcı materyaller kullanılarak takılır. (VİKİPEDİ)

Düşündüm sonra; gazeteleri okuyoruz, televizyon seyrediyoruz, sosyal medyayı gayet yakın takip ediyoruz... Öyle demeçler, öyle yorumlar, öyle haberler var ki... Koca bir ülkeyi yönetenler, sözde gündeme yön verenler, üniversite bitirenler, yüksek lisanslar ve hatta doktora yapanlar, öyle laflar ediyorlar ki... Ya beyinleri, ya dilleri, ya çeneleri ya da elleri hasarlı diye tahmin ediyorum... Protez taksalar keşke diyorum... Düzelirler belki...

Ve sonra fark ediyorum ki...

Çoğu protez hayatlar yaşıyor bunların... Aslında başkalarının hayatlarını taklit ediyor, başkalarının vücuduna yapışıyorlar...

Kimilerini kabul ediyor vücut, kimilerini reddediyor...

Protez hayat yaşayanların, protez kalpleri oluyor...

Ve asla...

Ama asla...

O protez, gerçek olanın yerini tutamıyor...

 

—————

16.12.2015 08:24

Huriler ile Nuriler...

İlk kez Gezi olayları sırasında böyle hissetmiştim... Gece gündüz demeden orada yaşananlar, şahit olduklarım ve fırsat bulup da eve geldiğimde medyada karşıma çıkanlar birbirinden o kadar farklıydı ki... Sanki 2 ayrı dünya, 2 ayrı boyut iç içe geçmişti ve ben ikisi arasında gidip geliyordum.

Çünkü yazılı ve görsel medya öylesine çarpıtıyordu ki yaşananları, başka bir şehirde evinde oturmuş bunları izleyen biri gönül rahatlığı ile Gezi'dekilerin terörist olduğunu düşünebilir, orada yapılanın vatanı bölme girişimi olduğuna canı yürekten inanabilirdi.

Sonra kafama dank etti!

Yıllardır Güneydoğu'da olanları da bu medya anlatıyordu bize. Orada neler yaşandığını, ne katliamlar gerçekleştirildiğini hep bu medyadan dinledik. Hiç oralara gidip oraların sokaklarında yürümedik, caddelerinde dolaşmadık, şehirde 1 hafta geçirip havasını solumadık.

Birileri birilerine terörist dedi, biz de onları terörist bildik.

Bugün Türkiye'nin doğusu yangın yeri. Neler oluyor, neler bitiyor bilmiyoruz. Yine birileri diyor ki devlet teröristleri temizliyor... Lakin durum farklı bu sefer. Artık hiç bir şey eskisi gibi değil. Evet, korkunç bir bilgi kirliliği var... Kim haklı kim haksız karışmış durumda. Ancak bu sefer hiç kimse önüne servis edilen ilk habere inanmıyor. Daha da sorguluyor, daha da üzerine gidiyor herkes.

Devlet bu ülkenin doğusunda, güneydoğusunda bir operasyon yapıyor ancak hiç bir açıklama yok. Her şey anlamsız bir gizlilik içerisinde yaşanıyor. Çünkü belli ki birilerinin işine böyle geliyor.

Sonra tam da bugün, sözde bir din adamı kalkıp sekülerizm ile ilgili sallıyor da sallıyor. Akılları sıra yine gündem değiştirecekler. Akılları sıra biz yine koyun gibi bu fiyonk makarnasının söylediklerini tartışıp, doğu da yaşananları unutacağız. Çünkü en önemli meziyetimiz bu; süper kolay unuturuz milletçe!

Birader sen niye kıçından sorun uyduruyorsun ki? Bırak sekülerizmi falan yahu. Sen şu Müslümanlık nedir, ama harbiden onu anlat bir! kafa kesip Allahu ekber diye bağırıyorlar; "bunu yapanlar Müslüman değil" deniyor. Otel yakıp, aydınları katledip Allahu ekber diye bağırıyorlar; "bunu yapanlar Müslüman değil" deniyor. Paris'te dergi basıp çizerleri katlediyorlar, sokakta Allahu ekber diye çığırıyorlar; "bunların İslamiyetle alakası yok" deniyor. Boko Haram yüzlerce kızı kaçırıp satıyor, tecavüz ediyor, katlediyor, sokaklarda Allahu ekber diye bağırıyor; "bunu yapanlar Müslüman olamaz" deniyor. Kadına tecavüz ediliyor, kadın recm ediliyor, kafasına taş atılırken Allahu ekber diye bağırılıyor; "bunu yapanlar Müslüman değil". Bizde sözde din alimleri kalkıyor "hamile kadınlar sokakta dolaştığında erkekler onun nasıl hamile kaldığını hayal edip tahrik oluyorlar" diyor, "kızlar 7 yaşından itibaren evlenebilirler" diyor, "Cumhurbaşkanımız Allah'ın tüm vasıflarını taşıyor" diyor... Tamam, bu herifleri anaları doğurmamış, ortalık yere sıçmış da, bu adamlar da Müslümanlığı anlatıyor bu millete! Sen kalkmışsın bık bık ediyorsun "sekülerizm, vıd vıdı......".

Söylesene be adam, nedir bu Müslümanlık? Nedir bu İslamiyet?? Allah çarpsın gitti benim kafa! Desene be birader, İslamiyet'te böyle sapıklıklar var mı, adam öldürmek var mı, hırsızlık var mı, yolsuzluk var mı, yalan var mı, ahlaksızlık var mı? Sen Diyanet İşleri Başkanı değil misin? Sen bu ülkede bütçeden en büyük payı almıyor musun? Bu ülkenin %90 küsuru Müslüman değil mi? Anlatsana be kardeşim bize dinimizi! Güneydoğu'da olanlar için 2 lokma laf etsene! Bir konuş da kalıbını görelim be!

Akşam sıcak eve gelmek, sıcak yemeğini yemek, sıcak yatağında uyumak, sabah kalkıp kahvaltını edip sıcacık işine gitmek bile zul geliyorsa sana artık, insancıklar sırf bu ülkenin daha doğusunda doğdukları için bunların hepsinden mahrum bırakılıyorsa ve birileri yediği her haltı "Müslümanlık" diye tanımlıyorsa... Hele ki sen Müslüman kardeşim, buna tek laf söylemiyorsan...

Bir daha "Allahu ekber" diye bağırırken 2 kere düşün...

Çünkü öyle bir çarpacak ki Allah seni, huri kim, nuri kim şaşıracaksın.

 

—————

11.12.2015 21:36

Edebiyat ve cehalet

Yoğun bir haftaydı... Kafa dağıtayım, yemek yiyeyim, biraz da güleyim diye Akasya'ya geldim... Sinema'da bilet sırasında bir kız sevgilisiyle konuşuyor, istemeden kulak misafiri oldum...

Kelimesi kelimesine yazıyorum, çünkü bu diyaloğu unutabileceģimi hiç sanmiyorum;

Erkek (E): Hangi filme giriyoruz?...
Kız (K): Bilmem? Düzgün bir şey olsun..
E: James Bond var
K: Yok ya.. Aa bak, Macbeth var!
E: Macbeth ne ya?
K: Aaa.. bilmiyor musun?! Yuh!
E: Bilmiyorum.. ne ki??
K: Romeo ve Jülyet'in şeyi... edebiyat.
E: Olur o zaman..

Ben eve gidip yatacağım.

Not: Düğün Dernek - 2 ye girdiler.

 

—————

02.12.2015 11:18

MARTI...

 

Şöyle bir baktı...

"Buralarda yenisin galiba" dedi...

"Evet" diye cevap verdim, biraz da meraklı bir ses tonuyla... "Neden sordun?"

"Bize ekmek atarlar genelde, sen kestane kabuğu atıyorsun da, ondan..."

Sonra bir daha bakıp, gülümsedi ve bu pozu verdi...

Şimdi bir yerlerden ekmek bulmak gerek....


—————

01.12.2015 10:26

Eğitim

 

Eğitim kelimesi, İngilizce ve diğer Avrupa dillerinde education/educazione olarak adlandırılır ve semantik açıdan Latince educare fiilinden gelir; inşa etmek, ayağa kaldırmak, dikmek manasındadır. (Vikipedi)

Bir kaç örnek vermek istiyorum, yaşadığımız ülkeden. Birini daha önce de vermiştim;

* Adam karısını kucağına yatırmış, 57 yerinden bıçaklıyor. Polis burunlarının dibinde ayağa dikilmiş, sadece "yapma" diye bağırıyor.

* Elçi'nin öldürüldüğü gün. Diyarbakır gibi diken üstündeki bir şehirde, hem de polis tarafından aranan bir taksi en kalabalık meydana yanaşıyor. Sivil polisler koşarak aracın yanına geliyor. Dikkatli yaklaşma, tedbir alma, uyarı falan yok. Bodoslama koşuyorlar. 1 tanesi 20 yıllık polis hem de. Arabadan açılan ateş sonucu iki polis de şehit oluyor.

* Bir haber: Alanya’da Türkiye İş Güvenliği Uzmanları ve İş Yeri Hekimleri Topluluğu (TÜİSAG) tarafından ‘İş Sağlığı ve İş Güvenliği’ konulu seminer gerçekleştirildi. Alanya Ticaret ve Sanayi Odası’nda (ALTSO) düzenlenen seminere az sayıda kişi katıldı. Seminerde konuşan TÜİSAG Başkanı Levent Kavlak; "1 ve 50 personel çalıştıran işyerlerinde iş kazası yaşanma oranı yüzde 60. İlk beş yılda iş kazaları meydana geliyor. Bunun temel sebebi eğitimsizlik” dedi.

* Her yıl ortalama 10.000 kişi sobadan zehirleniyor.

* 2005 - 2014 yılları arasında;
Türkiye'de gerçekleşen toplam trafik kazası sayısı: 10.214.885
Bu kazalarda ölenlerin sayısı: 41.544
Bu kazalarda yaralananların sayısı: 2.175.608 (rakamları trafik.gov.tr den aldım)

Örnekleri fazlasıyla arttırmak mümkün. Her zaman söylüyorum, bazıları çok kızıyor hatta; milletçe eğitimsiziz.

İnşa ediyoruz, yıkılıyor.
Ayağa kaldırıyoruz, düşüyor.
Dikiyoruz, eğiliyor.

Kısaca;

Cahilim, cahilsin, cahil.
Cahiliz, cahilsiniz, cahiller.

Polis eğitimsiz, asker eğitimsiz, işveren eğitimsiz, işçi eğitimsiz, vatandaş eğitimsiz, şöför eğitimsiz.

Öğretmen bile eğitimsiz kardeşim! Özel okullarda yaşanan kepazelikleri anlatsam insanlıktan soğursunuz. O ayrı bir yazının konusu olacak elbette!

Hal böyleyken;

Rus'a kafa tutuyorum, Amerika'ya kafa atıyorum, Suriye ile kafa buluyorum derken...

Milletçe kafamız bir dünya geziyoruz...

Allah sonumuzu hayır etsin.

Amin.


—————

30.11.2015 10:38

Özgürlük, Gerçekler ve Ulusal güvenlik

 

“Resmi bir masal yaratılıyor ve basın bunu körüklüyor. Resmi masalların pırıltısı gözleri yanıltıyor ve düşünceleri karıştırıyor. Hitler şöyle demişti; Yalan ne kadar büyükse, inanan o kadar çok olur.

Kendilerini barışa adamış insanlar, kendilerini savaşa adamış insanlar için tehdit oluşturdular. Ve hep delirmiş yalnız adamlarca öldürüldüler. Cinayeti, bir yalnızın anlamsız hareketi görünümüne sokarak suçu üzerlerinden attılar. Bu ülkede hepimiz birer Hamlet olduk. Babaları ve liderleri katleden çocuklarız.

Anayasamız neden yapıldı? Hayatlarımızın değeri nedir? Kaç tane politik cinayet kalp krizi, intihar, kanser, uyuşturucu koması yalanı altında gizlendi? Ne oldukları ortaya çıkana kadar kaç tane uçak ve otomobil kazası meydana gelecek? İhanet asla başarılı olamaz diye yazmış bir ingiliz şair. Sebebi nedir? Çünkü başarılı olursa kimse buna ihanet demez.

 

Halk kanıtlar istedi. Yukarıdan gelen cevaplar daima “ulusal güvenlik” oldu. Başkanımızı bizden mahrum eden ne tür bir ulusal güvenlik olabilir? Hangi ulusal güvenlik, yönetim gücünün halktan alınmasına izin verir ve görünmeyen bir hükümetin hükmünü geçerli kılar? Bu tür bir ulusal güvenlik böyle koktuğunda, böyle göründüğünde, böyle hissedildiğinde tek bir adı olabilir; FAŞİZM!

Senaryo oldukça tanıdık, öyle deği mi? Yukarıdaki sözleri “JFK, Kapanmayan Dosya” filminde, savcı JIM GARRISON‘u canlandıran Kevin Costner’ın yapmış olduğu 15 dakikalık son konuşmadan aldım. Bu film 179 dakika süren bir “derin devlet ve komplo” şahaseridir. İzlemediyseniz mutlaka izlemenizi öneririm.

Hükümet özellikle durdurulan MİT tırları konusunda uzun zamandır ulusal güvenlik gerekçesine sığınıyor. Sadece bu değil, daha pek çok konuda aynı bahane ortaya sürülebiliyor. Bu süreçte de faili meçhuller, cinayetler, yolsuzluklar havada uçuşuyor. Yetmezmiş gibi bir de “basın özgürlüğü” tanımına kafalarınca sınırlar getiriliyor.

 

Yukarıda bahsetmiş olduğum filmde de göreceğiniz gibi, bu konular sadece bizim değil, derin devlet yapılanması olan her ülke için bir karın ağrısı. Ancak bu ülkelerin pek çoğu ile aramızdaki fark, onlarda kamunun veya basının yeri geldiğinde olayların üzerine gidebilmesi, hükümetlerden hesap sorabilmesi ve hatta hükümetleri istifaya zorlayabilmesidir. Bizimki gibi ataerkil toplumlarda ise hükümetlerin geleneksel dokunulmazlıkları vardır.

Basın özgürlüğü yalan haber ile sınırlıdır bence. Bir gazeteci yalan haber yapıyorsa, yaptığı haberdeki iddialarını ispatlayamıyorsa veya iftira atıyorsa, bunları “basın özgürlüğü” kalkanı arkasına gizlenerek aklayamaz. Ancak yapılan haber göz ardı edilemez ve gerçek delillerle ispatlanıyorsa, halkı bilgilendiriyorsa ve her şekilde işlenen bir suçu ortaya çıkartıyorsa “ulusal güvenlik”ten bahsedilemez. Çünkü hükümetlerin suç işlemesi, suçu “ulusal güvenlik” zırhı ile koruması kabul edilemez.

Demokrasi sadece 4 senede bir oy kullanıp, o oylar neticesinde iktidarı eline geçirenlerin ülkeyi kafasına göre yönetmesi değildir. Halkın haber alma özgürlüğünü, hükmetlerin halka karşı sorumlu olmasını ve hepsinden önemlisi halkın halk için yönetilmesi esasını içerisinde barındırır ideal demokrasi. Bunun dışındaki her sistem çakma demokrasidir ve suistimale açıktır.

Üçok, Mumcu, Kışlalı ve diğerleri… Bu coğrafya tarihi boyunca faili meçhul katliamları besledi topraklarında. CHP, Demokrat Parti, SHP, ANAP, DYP, MHP veya AKP fark etmez. Hepsi bir şekilde ulusal güvenlik, devlet sırrı veya başka bir bahanenin arkasına sığındı. Zaman değişiyor ve “bilgi” artık eskisi kadar ulaşılmaz değil.

JFK dosyasında gizli belgeler 2029 yılına kadar mühürlenmiş durumda. Ancak Amerikan Yasaları gereği 2029 yılında halk bu belgelere erişim hakkına sahip olacak. 1963 yılında, 22 Kasım günü işlenen bu cinayetin önündeki sır perdesi cinayetten tam 66 yıl sonra kalkabilecek belkide. Oysa bizim böyle bir şansımız hiç olmayacak. Ülkeyi yönetecek olanlara 4 senede bir oy atıp gerisine karışmadığımız sürece de ardından kahrolacağımız, ağıtlar yakacağımız daha çok ölümler, çok yok oluşlar izleyeceğiz.

JFK filmi şu cümle ile sona erer;

“Hala gerçekleri arayan genç ruhlara ithaf edilmiştir…”

Gerçekler peşinde koşan genç ruhlar, adı, ideolojisi, geçmişi ne olursa olsun, hapsedildiği ve biz buna göz yumduğumuz sürece şikayet etme hakkımız olmayacak.

Gerçekleri isteyin sizi yönetenlerden.

Sizi ne kadar korkuturlarsa korkutsunlar, sizi ne kadar sindirmeye çalışırlarsa çalışsınlar, sizi ne kadar ezmeye çalışırlarsa çalışsınlar, gerçekleri isteyin.

Özgürlük” ve “gerçekler” her türlü “ulusal güvenlik” zırhını delecek kadar güçlü bir silahtır.

Kullanın.


—————

27.11.2015 13:58

Can Dündar

 

"Bir kerden bir şey olmaz" (ANONİM)
"Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" (TURGUT ÖZAL)
"Silahsa silah, ne olmuş yani?" (RECEP TAYYİP ERDOĞAN)

Asırlardır bu coğrafyada değişmeyen bu zihniyet, dün akşam itibariyle bir gazeteciyi daha içeri tıktı. Can Dündar'dan çok hazzettiğim söylenemez. Velhasıl, yapmış olduğu bir haber yüzünden, Devlet'in alenen işlediği bir suçu ortaya çıkardığı için, hepsinden önemlisi görevini hem de layıkıyla yerine getirdiği için tutuklanmış olması neresinden bakarsanız bakın adaletsizliktir.

Sanki çok mu adil bir ülkede yaşıyoruz peki? Mevcut şartlarımızın bir tezahürü değil mi bu tutuklama? Bu ülkede Cumhurbaşkanlığı makamına yükselmiş 2 kişi birden hukuku kendi kafasına göre yorumluyorsa, bunun kişisel bir davranış biçimi olduğunu düşünmemiz mümkün mü?

Hayır. Bu bir kültürdür. Ve işte bu kültür ve altyapıdır sittin sene AB'ye giremeyecek olmamızın sebebi. Avrupalı hukuk ile kafasına göre oynamaz. Bu yüzden adamlar yazılı olmayan Anayasa Gelenekleri ile (conventions of the constitution) yönetebiliyorlar ülkeyi (İngiltere).

Ha, şimdi kalkıp bu yazıma "AB ye gireceğiz de ne olacak? Başımız göğe mi erecek? Biz süper gücüz, onlar istese de girmemek lazım" falan diyecek insanlar da olacaktır.

Haklı olabilirler. Çünkü onlara sunulan tablonun, onlara anlatılan masalın özünde biz koskoca Rusya'ya ayar veren, ekonomisi şahlanmış, gerekirse Amerika'ya diz çöktürecek, gerçek bir demokrasi timsali, en minik hücresine kadar Müslüman bir İmparatorluğuz ve halifemiz de Erdoğan çok şükür. Böyle bir dünyada yaşayan insanlar var aynı toprakları paylaştığımız.

İşte bu insanlar Can Dündar için "casusluk yaptı" denildiği zaman "vay deyyus!" diyor. Rusya'nın jetini düşürünce "Bizle oyun olmaz oğlum!" diyor. kıçına geçirecek donu yok, "ekonomimiz tıkırında, maşallah, inşallah" diyor.

Ramazan'da yanlışlıkla su iç, gırtlağına çökerler de, Adnan efendi koca memeli hatunlara inşallah, maşallah çektirsin, bayrakları göndere çekili dolaşırlar (terbiyem anca bu şekilde yazmaya müsade edebildi). En inançlısından Müslümanız evvelallah.

Bir kereden bir şey olmaz mirasını bırakan ecdadımızın torunlarının Anayasayı bir kere delmekte sakınca görmemesi, uluslararası hukukta suç olan eylemi ortaya çıkmadan evvel "vallahi ilaçtı" demesi, silah olduğu anlaşılınca "silahsa silah, ne olmuş" diye bağırsak temizlemesi ve bunu ortaya çıkartan gazeteciyi içeri tıktırması çok da garip değil, sadece vaka-i adiyedir bu ülkede artık.

"Devletin güvenlik ihtiyacı var. Bunun karşısında da halkın bilme hakkı ve gazetecilerin ifade özgürlüğü var.. Bunlar çatıştığı zaman ne olur? Aslında temel konumuz bu. Ben burada ifade özgürlüğünün belli konularda devletin güvenlik ihtiyacının önüne çıktığını düşünüyorum. Hiçbir şekilde devletin suç işleme özgürlüğü yoktur. Hiçbir güvenlik gerekçesi suçu örtmeye yetmez."

Can Dündar'ın savunmasının en can alıcı kısmıydı bu sözler bence.

Ve ne acıdır ki, demokrasiyi, adaleti dilinden düşürmeyip, Adliye'nin önündeki adalet heykelinin gözlerini açan bir kafanın beslediği Müslüman toplum, bir cennet ülkede yaşadığını düşünürken, biz gavurlar, biz kafirler, biz dinsizler, biz münafıklar, biz vatan hainleri daha adil, daha adaletli bir ülkenin nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz hala.

Can Dündar sadece bir semboldür.

"Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker" zihniyetinin karşısına dikilen silahsız bir "tek kişilik" ordudur.

Ve o ordunun tek düsturudur, "Ya istiklal, ya ölüm!"


—————

26.11.2015 09:38

Rusya, akıllı ol!

 

Ortalama bir vatandaş aklıyla düşünüyorum;

Şimdi biz gidip Rus uçağını vurduk ya... Ve NATO ülkeleri arasında bir Rus uçağı vurup düşüren ilk ülke olduk ya...

Hah, şimdi önümüzde nasıl bir tablo var ona bakalım isterim;

Bir kere Erdoğan ve Davutoğlu'nun halk nezdinde puanı tavan yaptı, orası kesin. Çünkü koskoca Rusya'ya ayar verdik. Hatta daha dün öğlen yemeğinde bir arada olduğum biri "Erdoğan abim hepsine ayar veriyor, canlarına okuyacak" dedi. Önce bir baktım yüzüne, dalga mı geçiyor yoksa ciddi mi diye... Gayet ciddi ve inanmış olarak söylediğini fark ettiğimde de çatalı bırakıp yemeği geri gönderdim. İçine her ne kattılarsa fena kafa yapıyordu, belli...

Yandaş basına bir göz attım sonra. 'Tüm dünya ülkelerinde gazeteler manşetlerinde "Türkler Putin'e ders verdi" dedi' (SABAH), 'Türkiye mesaj verdi: AYAĞINIZI DENK ALIN!' (YENİ AKİT). 'Türkiye gücünü gösterdi! (İsmail Yaşa, DİRİLİŞ POSTASI), 'Türkiye bölgeye yönelik barbarca saldırıları durdurabilecek, İran-Rusya barbarlığına ve Amerika-Avrupa münafıklığına karşı koyabilecek tek İslam devleti' (Moritanyalı akademisyen ve düşünür Muhammed Muhtar El Şankıti - herif hem akademisyen hem düşünür ama Türkiye'yi İslam Devleti sanıyor hala... Çok düşündüğündendir herhal...).Yani anlayacağınız, bir kükremişiz ki, elalem tir tir titremekte. Ha, bu arada Rusya gemileri ve füzeleri konuşlandırıyor burnumuzun dibine, fırsattan istifade, o da ayrı... Tık diye bassa düğmeye, Mardin mafiş.

Sonra yine ortalama bir vatandaş aklıyla düşünmeye devam ettim;

Birader, biz enerji konusunda baya bir bağımlıyız yahu bu Rusya'ya. Yani adam vanayı hafif sıkıştırsa burada götümüz donacak bütüh kış. E sonra bizim müteahhitler deli gibi iş yapıyorlardı Rusya'da. Şimdi tek bir iş bile alamasalar mecbur satacaklar özel uçakları, Phantom Drophead leri falan. Hem her yıl Türkiye'ye 5 milyon turist geliyordu galiba. N'olacak Antalya'nın falan hali? Ne edecek şimdi turizmciler? Git Moskova'ya sokakta neredeyse 1 tane güzel kız yok, hepsi İstanbul'da, Antalya'da çünkü. Nah bulursun onları da...

Hiç diplomatik, politik ya da stratejik düşünemiyorum şu anda. Elbette vatanseverim, elbette ülkem için canımı veririm falan da...

Şimdi Rusya bizim ekonomik ilişkilerimiz açısından büyüklükte 2.ülke iken, sınırı geçti diye uçak düşürmek ne kadar mantıklı ki? Dost ülke sonuçta. Yani başka hiç bir yolu yok muydu önleme yapmanın falan? Başka türlü ders verilemez miydi? Yani komşunun oğlu topunu senin bahçene kaçırdı diye silah çekip kafasına sıkmaktan ne farkı var ki? "Yavrucum, dikkatli olsana evladım... Bak bu top bir daha kaçarsa buraya vallahi keserim topunu, bir daha da oynayamazsın" falan diyeydi, daha iyi değil miydi? Manyak mıyız biz oğlum? Yahu bizim sınırlar zaten folloş olmadı mı? IŞİD Gaziantep'te bayrakla kornalara basıp tur atıyo lan... Yarın sabah Emirgan Sütiş'te adamın tekinin yumurta soğuk geldi diye garsonun kellesini kesmeyeceğinin garantisi yok anasını satayım. O kadar içimizdeler. N'oldu bizim angajman felan?

Şimdi Rusya nasıl bir yaptırım uygulayacak acaba diye düşünürken, dün bir haber çıktı gazetelerde. Herifin teki karısını öldürüyor. Derken mahkeme ağır tahrik indirimi yapıyor. Sebep? Karısı çok sık duş alıyormuş, o da şüphelenmiş. Bu da ağır tahrik sayılmış mahkeme tarafından.

Diyeceğim odur ki, bu Ruslar ya bu haberleri okuyup "lan oğlum bunlar zır manyak toptan, bulaşılmaz hiç" diyecekler (ki Youtube da Rusya'daki yol kavgaları yazıp bir girin, manyak neymiş görürsünüz) ya da biz bunları gülmekten öldüreceğiz gazetelerimizin attığı manşetlerle.

"Biz tüpün boşalıp boşalmadığını çakmakla test eden milletiz, akıllı ol Rusya!" falan...


—————

24.11.2015 08:51

Müsellesin sathı yatalay, dikeley zarbının müsavatına müsavidir.

 

"Müsellesini zaviyetan-ı dahiletan mecmu'ü 180 derece e müselles-i mütesaviyü'l-adla, zaviyeleri birbirine müsavi müselles demektir."

Ne anladınız bu cümleden?

Peki mesela, "müsellesin sathı yatalay, dikeley zarbının müsavatına müsavidir." desem?

Çok uğraşmayın. 1900 lerde doğmamış iseniz bilmenize imkan yok.

Ben yardımcı olayım size;

İlk cümle; "üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir." anlamına geliyor.

İkinci cümlenin anlamı ise; "üçgenin alanı, tabanı ve yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir."

Mustafa Kemal Atatürk 1936 yılının sonbaharında özel kalem müdürü Süreyya Anderiman ve Agop Dilaçar'ı Beyoğlu'ndaki Haşet Kitabevi'ne gönderip Fransızca geometri katapları aldırır. Kış ayları boyunca Dolmabahçe Sarayı'nda uzmanlar ile birlikte bu kitapları inceleyen Atatürk, içinde bizzat kendisi tarafından Türkçeleştirilmiş yeni terimlerin olduğu 44 sayfalık "GEOMETRİ" kitabını hazırlar. 1937 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanan kitabın 1971 basımındaki önsözünde Agop Dilaçar kitabın hikayesini anlatmış.

Diğer yandan;

Erdoğan'ın, 26.Nisan.2014 de Konya'daki toplu açılış törenindeki konuşmasından bir bölüm;

"Eyyy Cehape, kaç aldın? Yüzde 28. Eyyy Mehape, sen kaç aldın? Yüzde 15. Koyun bunları üst üste... Kaç yapar??.... Evet, yüzde 33!"

Başta ayyaş (!) Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, hayatını insanları eğitmeye adamış tüm öğretmenlerin, tüm eğitimcilerin Öğretmenler Günü' nü kutlarken, hala Osmanlı ve Osmanlıca hayali kuranlara da Allah zihin açıklığı versin diyorum efendim...

Amin.


—————