Blog

23.11.2015 13:00

Yeni şeyler söylemek lazım...

 

Yalan söylüyorlar.
Hırsızlar.
Katiller.
Din elden gidiyor.
Atatürk ve bayrağa küfrediyorlar.

...

Siz de bunları duymaktan sıkıldınız mı?

Ben çok sıkıldım.

Sürekli bu cümleler üzerinde dönüyor gündem. Önümüzdeki 4 sene boyunca seçim de yok. Dolayısıyla artık iyice alışacak ve içselleştireceğiz pek çok şeyi...

Tehlike de burada.

Çok sevdiğim bir dostum yakın zamanda harika bir kitap önerdi bana. Bu aralar nefessiz okuyorum, Yuval Noah Harari'nin "Hayvanlardan Tanrılara SAPIENS" kitabını...

İnsanlığın ilk doğuşundan bugüne gelişimini anlatıyor, son derece somut bilgiler ve yorumlarla.

Kitabın 45.sayfasında şöyle bir yorumu var;

"Geniş çaplı toplulukların işbirliği mitlere dayandığından, farklı hikayeler anlatarak, yani mitleri değiştirerek insanların davranış biçimleri değiştirilebilirdi. Mitler uygun koşullarda hızlı bir şekilde değişebilir. 1789'da Fransız nüfusu, neredeyse bir gecede kralların tanrısal gücü mitine inanmayı bırakıp halkın egemenliği mitine inanmaya başladı. Sonuç olarak, Bilişsel Devrim'den bu yana, homo sapiens değişen ihtiyaçlara göre davranışlarını yenileme becerisine sahip olmuştur..."

Artık yeni bir şeyler söylemek lazım. Fransızlar tam 226 yıl önce mutlak monarşiyi yıktı. Sadece Cumhuriyet'i kurmakla kalmadı, aynı zamanda Roma Katolik Kilisesi'ni büyük reformlar yapmak zorunda bıraktı (Vikipedi - FRANSIZ DEVRİMİ). Bunu da daha çok okuyarak, daha çok bilinçlenerek, kendisini daha çok geliştirerek başardı.

Farklı bir şeyler söylemek, farklı bir şeyler yapmak lazım. Siyasi partiler, politikacılar, bürokratlar aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlar. Çünkü hepsi bunlarla besleniyorlar.

Birileri hikayeler anlatarak davranış biçimlerini değiştirebiliyorsa, biz de farklı hikayeler anlatabiliriz.

Aynı kitabın 44. sayfasındaki o muhteşem paragraf aslında öyle güzel özetliyor ki yapılması gerekeni;

"Etkili hikayeler anlatmak kolay değildir; zorluk hikayeyi anlatmakta değil, herkesin hikayeye inanmasını sağlamaktadır. Tarihin büyük kısmı şu soru etrafında döner; Birileri, milyonlarca insanı tanrılara, milletlere veya sınırlı sorumlu şirketlere inanmaya nasıl ikna eder? Bu başarıldığında Sapiens'e olağanüstü büyük bir güç verir, çünkü bu milyonlarca yabancının ortak bir hedef uğrunda işbirliği yapmasını ve birlikte çalışmasını sağlar. Kendi aramızda, sadece fiziksel olarak var olan şeylerden, örneğin nehirlerden, ağaçlardan ve aslanlardan bahsedebilseydik eğer, devletlerin, kiliselerin ve hukuk sistemlerinin kurulmasının ne kadar zor olacağını bir düşünün."

Daha çok okumalı, daha çok dinlemeli, daha çok insana dokunmalı, daha farklı şeyler söylemeliyiz...

Çok da uzağa gitmeden aslında...

Mevlana ne gerekiyorsa söylemiş;

"her gün bir yerden göçmek ne iyi,
bulanmadan donmadan akmak ne hoş ...
dünle beraber gitti cancağazım ne varsa düne ait,
şimdi yeni şeyler söylemek lazim..."


—————

19.11.2015 16:28

Leyla Zana, Yemin ve Kadınlar...

Bana sorular geliyor bu aralar. En son sorulan soru; Emre Bey, Leyla Zana'nın yemini için ne düşünüyorsunuz? Hayır, elbette herhangi bir konunun uzmanı ya da bilirkişisi değilim ama, ne düşündüğümü söyleyeyim yine de;

Avukat Rezan Epözdemir'in bir röportajı çıktı 4 gün önce gazetede. Şöyle diyor;

...

"Yargıtay’ın da infial yaratan kararları var. Toplumda travma yaratan örnekler söyleyebilirim size. İzlediği açık bir filmde kadını karısına benzetmiş, öldürmüş, haksız tahrik indirimi alıyor. Sosyal paylaşım sitesinde karısı soyadını yazmamış, öldürmüş, haksız tahrik indirimi alıyor. Sadece tanıkların bu beyanlarına itibar ederek ya da ezberletilmiş ifadelere itibar ederek haksız tahrik indirimi uygulanıyor. Bu tarz uygulamalar kadın cinayetleri açısından caydırıcı olması gerekirken sanıkları cesaretlendiriyor."

Daha 1 ay önce mahkeme, Diyarbakır'da 14 yaşındaki 3 kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle 150 yıl hapisle yargılanan sanığa "saygın tutum" indirimiyle 10 yıl ceza verdi. Detayları okudum... Tam olarak durum şu;

"Kararını açıklayan mahkeme Ubeydullah Ç.'yi 'uyuşturucu temin etme' ve mağdur R.A.'ya yönelik eyleminden beraat ettirdi. Sanığı 3 mağdura karşı 'müstehcenlik' suçundan 3 kez 5'er ay hapis ve 4'er gün adli para cezasına çarptıran mahkeme, YENİDEN SUÇ İŞLEMEYECEĞİ KANAATİNE VARILDIĞINDAN (!!!) bu cezaların ertelenmesine karar verdi. Evde bulunan mermilerle ilgili 25 gün hapis ve 4 gün adli para cezasına çarptırılan Ubeydullah Ç.'nin bu cezası da 500 lira para cezasına çevrilerek ertelendi."

Ve ayrıca;

"Mahkeme Ubeydullah Ç.'yi mağdurlar G.D. ve N.K.'ya karşı 'çocuğun cinsel istismarı' ve 'cinsel amaçlı çocuğu hürriyetinden yoksun kılma' suçlarından önce 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Ubeydullah Ç.'yi alt sınırdan cezalandıran mahkeme, sanığın duruşmadaki saygın tutumunu dikkate alarak cezayı 10 yıla indirdi. Kararda verilen tüm cezalarda iyi hal indirimi uyguladığı açıklandı."

En son bugün bir kadın doktor, eski karısı ile kavga etmeye gelen bir adam tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürüldü güzel kardeşim. Biliyorum, her gün en az bir kadın öldürüldüğü için bu memlekette, çok da dert etmiyorsun ama;

Bir vekilin Meclis'teki yeminde Türk Halkı yerine Türkiye Halkı demesi değildir mesele... Pek yakında, kravatı takanın, o mecliste "Bu Türkiye'nin bilmem neresine bilmem ne yapayım" dediğinde, sırf o kravat yüzünden saygın tutum nedeniyle alkışlanacak olmasıdır.

Bak gör, az kaldı.

Leyla Zana'nın yemini hakkında ne düşünüyormuşum...

Bir kadının nasıl yemin ettiği ile değil, oraya çıkıp da o yemini edebilecek kadar uzun yaşayabilmesi ile ilgileniyorum artık bu ülkede canım kardeşim...


—————

19.11.2015 08:58

Eski Köye Yeni Âdet...

IŞİD'in kelle kesme videoları...
Canlı bomba saldırısından sonra yerde paramparça olmuş insanların fotoğrafları...
Blu çağına gelmemiş çocukların da evlenebileceğini söyleyen adamın videosu......

Yukarıdaki örnekleri, hem de yüzlerle çoğaltmak mümkün...

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi'nde Zeynep Burcu Vardal'ın "Nefret Söylemi ve Yeni Medya" yazısını okudum.

Yazının özet bölümünde yeni medya ile ilgili şu yorum yapılmış;

"Toplumdaki egemen ideolojinin geleneksel medya aracılığıyla yeniden üretilmesi ve yaygınlaştırılması yanında yeni medya; teknolojisiyle nefret söyleminin yayılmasına destek olurken, görece demokratik bir görünüme sahip olan kullanıcı içerikli yapısıyla da meşrulaşmasına ve üretici/kullanıcılar tarafından kanıksanmasına neden olur. Bu noktada, yeni medyanın toplumdaki kusurları yaygınlaştıran ve büyülten bir yapısı olduğu da öne sürülebilir."

Hep diyorum ya, uyanık olun, cahil olmayın, bilinçli olun diye... Sebebi bu işte...

Bir videoyu seyredip deliye mi döndünüz? Bir fotoğraf görüp çıldırdınız mı? Geçin gitsin. O görüntüleri yayınlayıp "ben çıldırdım, herkes çıldırsın anasını satayım" kafasında değilseniz, yaptığınız şey aslında o görüntülerin yayılmasına ve anlamsız bir propagandaya hizmet etmek oluyor.

Ciddiye almayın, paylaşmayın...

Sorunları görmezden gelin, kulağınızı tıkayın demiyorum. Bunu özellikle yazıyorum çünkü yazmazsam mutlaka "ne yani, göz mü yumalım bu videoları çekenlere, bu fotoğraflarda yaşananlara" diye yorum gelecek. Ben sizi o zahmetten kurtarayım istedim. Hayır göz yummayın, evet tepki gösterin. Ancak bunu o videoyu yayınlayarak yapamazsınız. Çocuk yaşta evliliğin normal olduğunu söyleyen bir dümbük varsa, tepkinizi bu konu hakkındaki düşüncenizi yazarak, hatta o cibiliyetsize küfrederek dahi gösterin. Ancak videosunu yayınladığınızda ona hizmet etmiş oluyorsunuz...

Bakın, şöyle bir örnek vereyim;

Paris'teki bombalı saldırının ardından öyle yayınlar yapıldı ki... Geleneksel medya zaten üzerine düşeni yapıyor. Ancak yeni medya dediğimiz sosyal mecrada öyle fotoğraflar, öyle videolar paylaşıldı ki, bunların fotoshoplu olabileceği, sahte olabileceği düşünülmeden her yerde öyle sapır sapır yayınlandı ki, bunları izleyen, görüntüleyen herkes paranoyak oldu hepten. 2 gün sonra Paris'te gece bir restoranın ampulü patladı ve o anda halk manyağa bağlayıp birbirini ezerek koşturmaya, restoranlarda kendilerini yerlere atıp siper almaya başladı (belki televizyonlarda izlemişsinizdir).

İşte terörün de, o fotoğrafları çekenlerin de, o sapık düşüncelerini kameralar karşısında ortaya sıçıp kendince fikir önderliği yapanların da tam olarak amacı, hedefi bu...

Allah aşkına, yapmayın.

Daha nasıl diyeyim, nasıl anlatayım...

Kimlere gideyim, kimlere diyeyim derdimi a dostlar?...

Çıldırtmayın be kardeşim herkesi...

Akıllı olun biraz diyorum kızıyorsunuz.

Ama bir türlü akıllanmıyorsunuz.

10 numara 5 yıldız hepinize.

Halt ediyorsunuz.


—————

16.11.2015 09:01

PARİS, TERÖR... VE İNSAN...

 

PARİS, TERÖR... VE İNSAN...

Genel olarak olayları anlık tepki ve hislerle değerlendirmemeye çalışıyorum. Bekliyorum... Susuyorum, dinliyorum... Hem kendimi, hem başkalarını... Ondan sonra bir yorum yapmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Paris'te yaşanan saldırılara biraz farklı açıdan bakıyorum.

Bu bir "terör" saldırısıdır. Peki terör nedir? Hadi Fransa'dan devam edelim; Fransızca Petit Robert sözlüğünde "Bir toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku" diye tanımlanmış. Bunu cebimize koyduk mu? Güzel.

Peki bu ortak korku nasıl yaratılır? Halkın direnişi nasıl kırılır?

Sivillere saldırırsın. Bir bomba patlatırsın. O patlamada 100 kişi ölür. Ve sonra susarsın. Beklersin. Çünkü geri kalanını basın, sosyal medya, halk kendisi halleder.

Nasıl mı?

Kopan kol ve bacaklar gazetelerdedir. Daha beterini insanlar sosyal medyada paylaşmaya başlar. Ötesi, birbirlerine nefretlerini kusarlar. Biri diğerine küfreder, diğeri birine tehdit savurur... Mezhep, ideoloji, din, ırk çatışması havada uçuşur. Öyle ki, photoshoplanmış fotoğraflar, bilgi kirliliği, tam bir kaos ortamı oluşur.

Sen patlattığın bomba ile 100 kişiyi öldürmüşken, halk arasındaki bu bölünme ve korku bir virüs gibi yayılır ortalığa adeta... Baktın ki bu yöntem bayağı bir işe yarıyor, daha fazlasını yaparsın... Yarın bir bomba daha... Bir süre sonra görürsün ki, artık bomba patlatmana gerek yoktur. "Bomba patlatacağım!" diye bir ihbar telefonun bile yeter. Ne zahmet, ne risk... Dedim ya, gerisini halk halleder...

Terör, bomba, ölümler zaman ve mekan ile değerlendiriliyor.

"Paris'teki terör de, Beyrut'taki değil mi?? N'oluyosunuz sözde barışçı müsveddeleri??"
"Gavurlar profil fotoğraflarına Türk bayrağı koyuyor mu ki Ankara'dan sonra da ben Fransız bayrağı yapayım profil fotoğrafımı??"
"Avrupa'da bomba patlayınca ağlıyorsunuz da, Türkiye'deki şehitlere neden ağlamıyorsunuz?"
"Paris saldırısında ölenlere çok üzüldüm ben de ama profil fotoğrafımı Fransa bayrağı yapmayacağım! Bu ne ikiyüzlülük ya!"
"Bu Zuckerberg neden Fransa bayrağı uygulaması yapıyor da, Türk bayrağı uygulaması yapmadı?"
"Oh olsun! Arkamı yaslanıp izliyorum, Paris yanıyor, keyfe bak!"

Bu cümlelerin hiç birini kafamdan uydurmadım. Hepsini kendi gözlerimle okudum sosyal medyada. Hiç bir konuda kollektif davranmayı başaramayan yurdum insanı, hangi sınıftan olursa olsun, hangi gelir ve eğitim seviyesinden olursa olsun, ötekileştirmede liderlik bayrağını kimseye bırakmıyor vesselam... İnsanları yargılamada, insanları yermede üzerimize yok...

Adam kendisini Avrupa'ya yakın hissediyordur, profil fotoğrafını Fransa bayrağı yapar... Yapsın...

Sen Beyrut'taki ölümlere daha çok üzülüyorsundur, oradaki teröre lanet okursun... Oku...

Terör dediğin bela patlattığı bomba ile havaya uçurduğu 100 kişiyi öldürdüğünde değil, sen bu satırları yazdığında kazanıyor asıl... Haa, tabi kendim yazıyorum, kendim oynuyorum, orası kesin... Bu yazdıklarıma da giydirecek, atarlanacak, ayar verecek çok adam çıkar evvelallah... Eyvallah der geçerim.

İyi ve kötü hepimizin içinde var. Biz sadece seçim yapıyoruz. Öyle bir çağ, öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, seçimleri hep içimizdeki kötüden yana yapıyoruz...

Sadece doktor, psikolog, psikiyatr olmak gerekmez insana teşhis koymaya... Charles Bukowski teşhisi koymuş çoktan;

"Doruk noktalarının arasında hiç bir şey yapmadığın boşluklar olmalı. Yatağa uzanıp tavanı seyret, bu çok çok önemlidir. Hiçbir şey yapmamak, çok çok önemli. Ve bu çağdaş toplumda kaç kişi yapıyor bunu? Çok az. Bu yüzden herkes kaçık, saldırgan, öfke ve nefret dolu..."

Hiçbir şey yapmamayı deneyin bir de...

Lütfen.


—————

10.11.2015 20:39

Akit, zulüm falan...

Düşünsene, adamdan nefret ediyorsun... Nefretinden ne yazacağını bilemiyorsun. Öfkeni nasıl çıkartacağını, nasıl hınç alacağını bilemiyorsun... Sonra sabah evden çıkıyorsun. Tam televizyon kanalında masanın başına oturuyorsun, fıstık gibi de haber yapmışsın "zulüm 1938 de son buldu" diye. O anda, saat 9 u beş geçe zart! sirenler çalmaya başlıyor... Kornalar çalıyor. Yeminle o 1 dakika 1 asır gibi gelir adama. Tam "bitti, oh!" diyorsun, "oğlum şurdan bana bi tost al" diyip cebinden para çıkartıyorsun, o da ne?? Ulan paranın üzerinde de "o" var. Bir hassiktir çekiyorsun... Odanın içerisinde sinirinden dolanıp duruyorsun... Şöyle kafanı bir dışarı
uzatıp bakıyorsun, bayraklar yarıda... O anda yine "O" aklına geliyor...

Yok, bugün benden hayır gelmez diyorsun... Çıkıyorsun işten, eve gitmek için arabaya biniyorsun. Birinci vites, ikinci vites derken, kırmızı yanıyor. Cart diye duruyorsun bir arabanın arkasında. O da ne lan?? Önündeki arabanın arka camında "Atam İzindeyiz!" yazıyor. Bir la havle çekip devam ediyorsun... Aklından neler geçiyor kim bilir o hırsla... "Saltanat geri gelecek!", "topunu kılıçtan geçiricez bu kafirlerin", "Halife yeniden doğacak
Allah'ın izniyle" falan diye hayaller kurarken... Küt!

Önce zifiri bir karanlık... Sonra bir ışık hüzmesi... Işığa doğru yürüyorsun mecbur... Velhasıl o ışık güzel ışık değil işte...

Neyse, camide toplanmış cemaat tabi... Hoca önce helallik istiyor senin için. Eh, yaradılanı severiz yaradandan ötürü neticede. Helal ediyoruz hakkımızı.
Sonra namaz, en son fatiha...

İmam diyor ki;

Merhum için, tüm kaybettiklerimiz için, Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları için el Fatihaaa...

Diyeceğim odur ki kardeşim;


Sen bir tarafını yırtarsın, o yırttığın tarafına pamuk tıkarlar da, son duanda yine "Mustafa Kemal ruhuna" diye avuç açarız Allah'a.

Çaktın köfteyi?

—————

10.11.2015 09:05

10.KASIM

Atatürk, havacılıkla ilgili bütün yabancı yayınları izliyor, bu
konudaki gelişmeleri gün geçirmeden Türkiye'de de uygulama alanına
sokmağa çalışıyordu. Ona göre insanlığın hizmetine girecek en büyük
gelişmeler havacılık alanında olacaktı. Hatta gün gelecek, insan oğlu
uzaya, başka dünyalara gidecek, Ay'ı ve benzeri gezegenleri bile
fethedecekti. İşte bu çağdaş savaşlar da göklerde üstün olan uluslar
tarafından kazanılacaktı. (Hava Kuvvetleri Komutanlığı - Atatürk ve
Havacılık)


1936 yılında Eskişehir Tayyare Alayını yaptığı ziyarette "Geleceğin en
etkili silahı da, aracı da hiç kuşkunuz olmasın tayyaredir. Bir gün
insanoğlu tayyaresiz de göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki
de aydan bize haber yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000
yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji daha şimdiden
bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise, batıdan bu konuda fazla geri
kalmamayı temindir." (Türk Hava Kurumu Tüzüğü- www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/5212.html)


Mustafa Kemal bu sözleri söylediğinde Yuri Gagarin 2 (iki), Neil
Armstrong ise henüz 6 (altı) yaşındaydı. Felix du Temple'ın 1874'te
gerçekleştirdiği tarihteki ilk başarılı uçuşun üzerinden sadece 62 yıl
geçmiş, Sovyetler Birliği bu konuşmadan tam 21 yıl sonra ilk uydusu
Sputnik 1'i uzaya gönderebilmişti.

Atatürk'ün öngörüsüne dair verilebilecek onlarca örnekten sadece biri bu.


Bugün bu ülke insanının, politikacısından tutun da, işçisine, beyaz
yakalısına, sporcusuna, doktoruna, mühendisine, iktisatçısına, esnafına,
kısaca her bir ferdine en lazım olan şeydir öngörü. Ne acıdır ki, bir o
kadar da eksiktir.

Sadece günü kurtarmak, sadece götü kurtarmak adına atılan her adım, verilen her karar öldürüyor asıl bu adamı.


Üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen biz hala onun ilkelerini
konuşabiliyor, hala onu anabiliyorsak nasıl bahsedilebilir ki
"ölüm"den?...

"Atam izindeyiz" cümlesini yıllardır yanlış okuyup, yanlış yorumlamış bir toplumda her gün ölüyor asıl Mustafa Kemal...

İzne çıkanlar dönmedikçe...

Saat dokuzu beş geçe ayakta dikilenler artık yürümedikçe...

Ve hatta artık koşmadıkça...

Her gün bir kere daha öldüreceğiz 77 yıl önce kalbi duran adamı...

  "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."

Amin.

—————

09.11.2015 11:03

KORKU

Seçimlerden bu yana, ben dahil pek çok insan seçimlerin analizini
yaptı. Bu analizler de genelde zeka, ahlak ve vatan sevgisi üzerinden
yapıldı. Dolayısıyla farklı seçim yapanlar ya gerizekalı, ya ahlaksız ve
şerefsiz ya da vatan haini yaftası yedi. Böylece cem i cümlemiz neden
AKP'nin %49 oy aldığını çözmüş oldu.

Artık huzur içerisinde hayatımıza devam edebilirdik. Hem hepimize oh olsundu, layıktık.


Cumartesi günü, henüz yeni tanıştığım ve şimdiden benim için kıymetli
insanlar arasında yer almaya namzet bir ağabeyim ile birlikte Bilgi
Üniversitesi'nde bir konferansa katıldık. Konferans'ta Bilgi
Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Emre ERDOĞAN seçimlerle ilgili
fikirlerini paylaştı. Bu fikirlerin temelini ise halkın 1.Kasım'da
yaptığı tercihte, seçimi tetikleyen olgunun "Korku" duygusu olduğu
oluşturuyordu.

Korku; "bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir his" diye geçiyor Vikipedi'de.


Burada kalkıp korkunun derin derin analizini yapacak bilgi birikimim
yok. Bunu zamanında Freud yeterince yapmış zaten. Ancak son 5 ayda fikir
değiştiren 5 milyon seçmen için son derece aklıma yatan, mantıklı bir
açıklama bu. Elbette her şeyi sadece "korku" ya bağlamak yanlış olur.


Ama düşünün bir; tüm çocukluğumuz boyunca bize din öğretilirken bile
"Allah korkusu" ndan bahsedildi hep. Allah seni çarpar, Allah baba seni
cehennemde yakar, Allah baba kızar... Kaç kişi Allah sevgisi ile
büyütülmüştür?

"Baban eve gelince söyleyeyim de kırsın o
bacaklarını" diye anamız korkuttu, "ödevini yapmazsan müdüre yollarım"
diye öğretmenimiz korkuttu, "hele bir o kızın yanında göreyim seni" diye
abisi korkuttu, "hele bir zayıf göreyim karnede, unut tatili falan"
diye babamız, "oğlum, bu sınavda kopya verdin verdin, yoksa gider hocaya
söylerim kopyaları nereye sakladığını" diye arkadaşımız korkuttu...


Adam bu ülkenin Cumhurbaşkanı.. Öncesinde de Başbakandı. Elbet o da
çocuk oldu. O da bu kültürde yetişti. Kim bilir onu nelerle korkuttular
ki, Gezzi olaylarında yatıştırıcı, birleştirici olacağına "evindeki
yüzde 50'yi sokağa çıkarmak" ile korkuttu insanları. Bombalar patladı,
"vereydiniz 400 ü, böyle olmazdı" diyerek korkuttu. Demokrasi demokrasi
diye ortalıkta gezinen bir iktidar, "bizi seçmezseniz, istikrar bozulur"
diyerek korkuttu.

IŞİD ve PKK da istikrardan yanaydı heralde ki, çok şükür, AKP tek başına iktidar oldu, susuverdiler.


Korku, asırlardır bu coğrafyada değil sadece, tüm dünyada insanları
yönetmenin vazgeçilmez unsuru olmuş. Tanrı ile, Tanrı'nın gazabı ile,
cehennem ateşi ile, ölüm ile korkutulan insanlar, hep güçlünün yanında
olmuş. O güçlü ise kudretini çoğunlukla "korku" ya borçlu olduğu  için,
gün gelip bir başka biri daha çok korkuttuğu an, halk o "başka biri" nin
yanında olmuş...  Ne zamanki içlerinden biri ortaya çıkıp "kral çıplak"
diye bağırmış, başı en çok ezilen de o olmuş...

Düşünün bir,
Avrupa'da, Amerika'da insanların medeni medeni yaşamasının sebebi bizden
daha fazla insan olmaları mıdır yoksa hükümetlerin koydukları ve
uyguladıkları yasalarla o insanları korkutmaları mıdır?

Boşuna
yırtmayın, boşuna paralamayın kendinizi. Yapılan bu seçimin sebebi
bellidir. Son derece de doğaldır. Emre Hoca aynı konuşmasında "kendi
çıkarlarını maksimize etmek için yaşar insan" dedi. İnsanoğlunun
çıkarlarını en çok tehdit eden unsur ise "korku" dur.  Doğan
Cüceloğlu'na göre "korku kültürü"; güçlünün güçsüzü ezdiği, kullandığı
dünya anlayışıdır.

Yahu birader, bu ülkenin İstiklal (!) Marşı bile "KORKMA" diye başlıyor!

Korkmayan adama "korkma" der misin? Aklına gelir mi hiç?

Dolayısıyla "Oğlum, akıllı olun, mal olmayın, uyanık olun" falan dedik ama asıl söylememiz gerekeni unuttuk;

"Korkma"!

Çünkü Mahatma GANDHI'nin de dediği gibi;

"Korku işe yarayabilir ama korkaklık hiç bir işe yaramaz."

—————

05.11.2015 10:48

BEYAZ TÜRK

Yeniden moda oldu şimdi bu deyim.

Peki ne demek bu "Beyaz Türk"?


"Beyaz Türkler, Batılı ve seküler hayat tarzını benimsemiş, ekonomik
düzeyi yüksek, eğitim hayatının tümünü veya bir bölümünü yurt dışında
tamamlamış güçlü azınlığı ifade eder. Bu azınlık ülkenin ekonomik
kaynaklarını doğrudan (yönetim veya sahiplik ilişkisi üzerinden) veya
dolaylı (siyasi ilişkiler ve bağlantılar) olarak elinde bulundurur.
Politik alanda etkinliği AK Parti döneminden bu yana zayıflamış olsa da,
entelektüel camiada gündemi belirleme gücüne sahiptirler." diyor
Vikipedi.

Sınırları ve çerçevesi biraz daha geniş bir bakış açısıyla yazayım ben de;

* Eğitimli. Çoğunlukla üniversite mezunu ve pek çoğu ya ikinci üniversiteyi bitirmiş, ya mastır yapmış ya da doktora.
* Eğer patron değilse, daha çok kurumsal hayatta beyaz yakalı olarak çalışan kesim.
* Batılı yaşam biçimini benimsemiş. Yani özgürlükçü, yani laik, yani
sosyal hayatını da, dinini de kendi özelinde yaşamak isteyen, çoğunlukla
başkalarının da kendisiyle aynı haklara sahip olduğunun bilincinde.
* Ekonomik kaynakları bir şekilde elinde bulunduruyor. Dolayısıyla
gerek tüketim alışkanlıklarıyla, gerekse de kurumsal yapıdaki etkinliği
ile hem harcıyor, hem de özellikle düşük gelir sınıfı olarak
nitelendirebileceğimiz gruba katkı sağlıyor.
* Okuyor, araştırıyor. Teknoloji ile yakın ilişkisi var.

Bunlar daha çok "olumlu" olarak nitelendirebileceğimiz yönleri. Bir de olumsuz tarafları var elbette;

* Ukala
* Kural tanımaz veya kuralları kendine yontabilir
* Kendisini yüksekte görebiliyor
* Ayrımcı olabiliyor çoğunlukla. Bu yüzden de ezebiliyor. "Alt" sınıf" a uyguladığı baskı "siz-biz" ayırımını tetikleyebiliyor.
* "Madde" dünyasına "mana" dünyasından daha yakın olabiliyor. Bu yüzden seküler olarak nitelendiriliyor.


Dediğim gibi, kesin ve net bir tanım değil benimki. Sadece bir gözlem.
Yukarıdaki tanımlara uyan "Beyaz Türk" olduğu gibi, bu tanımların çok
dışında olup, temel bazı özellikleri ile yine "Beyaz Türk"
diyebileceğimiz insanlar tanıdım. Mesela namazında niyazında, son derece
alçak gönüllü, son derece stabil ve sade hayat yaşayan insanlar tanıdım
"Beyaz Türk" denebilecek.

Meselenin özü şu; yazdığım yazılara
"sürekli bizi tanımlama derdindesiniz, biz göt kılıyız, biz
makarnacıyız, biz cahiliz, biz köylüyüz... bir bok bildiğiniz yok.
Vazgeçin aynı şeyleri söylemekten, bizi ezmekten" yorumları geliyor. Bir
yerde haklılar. Lakin gözden kaçırdıkları konu şu;

Beyaz Türk
dediğin adamlar sadece seni göt kılı görenlerden, seni ezenlerden, seni
köylü bilenlerden ibaret değil canım kardeşim. Evet, para kazanıyor,
evet gelir düzeyi belki yüksek, evet eğitimli. Bunları kullanarak da,
senin de çağdaş ve medeni bir toplumda yaşaman için çaba sarf ediyor.
Sen de eğit kendini, çocukların da eğitimli olsun, sen de, çocukların da
daha özgür, daha gelişmiş, daha insani şartlarda yaşayan bir toplumun
parçası olun istiyor. Bütün parayı ben kazanayım, bu sefiller de
açlıktan gebersin derdinde değil. AKP ye oy vermiyor çünkü çok fazla
okuyup araştırdığı için kandırılması çok kolay değil.

Sana cahil
diyor, çünkü okumuyorsun. Oku istiyor. Araştır istiyor. Hurafelere
inanma, yalanlara inanma, her söylenene atlama istiyor. Evet, bazen
abartıyor, en doğruyu ben bilirim havasına giriyor. Ama onun tek derdi
daha çağdaş bir ülkede yaşamak.

"Yönetim sistemi değişmiştir
artık. Bundan sonra yapılması gereken fiilen de bu sistemi
değiştirmektir" diyen bir adam tarafından yönetilmek istemiyor. Çünkü
yarın bir başkası gelir, başka sistem kurar, bir diğeri gelir, bambaşka
sistem ister. Hani sen "istikrara verdim ben oyumu" diyorsun ya, asıl
istikrarı o "Beyaz Türk" istiyor. Hukukta, adalette, yönetim sisteminde,
ekonomide istikrar istiyor. Her gelen kafasına göre bir sistem seçerse
nasıl istikrardan bahsedebilirsin diyor sana...

Şehit babasına
"karaktersiz" densin istemiyor. O bü ülkenin cumhurbaşkanı dır. Daha
kucaklayıcı, daha şefkatli, daha birleştirici olsun istiyor.  Evet,
sabah işe giderken Starbucks'tan kahvesini alıyor ama ona kahveyi
hazırlayan barista ile de sohbetini ediyor, ayakkabı boyacısıyla da.
Mahalledeki bakkalla da konuşacakları var, şirketin CEO su ile de.
Herkesi verdiği oya göre ayrıştırmıyor ki.

Evinden durup duruken
polis tarafından alınmasın istiyor. Polis yasaları kafasına göre
yorumlayıp,kafasına göre uyguladığında, bugün hapislerde boş yere
çürüyen ben olurum belki ama, yarın başkası gücü ele geçirdiğinde bu
sefer aynısını sana yaparlar diyor. Bugün ben suçsuz yere hapise
tıkılınca, sen "nasıl koyduk ama" dersin fakat, yarın aynısı senin
başına geldiğinde ben üzülürüm diyor. Güçlünün güçsüzü ezdiği bu oyun
senin için bugün eğlenceli olabilir ama bu dünya Sultan Süleyman'a
kalmadı, hiç bir kitap yazmaz diyor...

AKP li bir zat seçimden hemen sonra bugüne kadar duyduğum en muhteşem yorumu yaptı aslında.

"Seçimde insanlar kaybetmez, halk yenilmez, paritler yenilir" dedi. Öyle doğru bir tespit ki...


Biz yenilmedik güzel kardeşim. Sizin de birine koyduğunuz yok.
Muhtemelen o işi beceremeyip de buna rağmen dilinden bu kadar düşürmeyen
tek toplumuz... Trafikte, maçta, seçimde hep koyuluyor birilerine.
Sonra da "kadın" a saygı yok...

Çağdaşlık kötü bir şey değil nur
yüzlü kardeşim. Medeniyet, batılı olmak, okumak, kendini geliştirmek
kötü bir şey değil. Dinlemek, bir arada yaşamak kötü bir şey değil.


Senin Cumhurbaşkanın, senin Başbakanın "diğer yüzde 50" dediği gün
ayrıştırdı bizi. Beyaz Türk için "diğer" değilsin ki sen. AKP lisin
sadece.

Bizi ayrıştırmalarına izin verme, hep birlikte gelir
düzeyimizi yükseltelim, hep birlikte çağdaş olalım derdimiz. Bu
pencereden bakınca o kadar da tü-kaka bir şey değil "Beyaz Türk" olmak
birader. Büyütme gözünde, ürkme.

İnsan gibi muamele yapılsın,
hep birlikte insan gibi yaşayalım, sen de para biriktirip tatile
çıkabilesin, sen de emekliliğinin tadını çıkartabilesin, adalet senin
için de, benim için de tecelli etsin istiyor... istiyoruz...


Trafik canavarı, enflasyon canavarı gibi bir şeydir "Beyaz Türk". Asla
var olmamış ama sorumluluğu başkasının üzerine yıkmak isteyen herkesin
sarıldığı bir tanımdır.

İster beyaz, ister gri, ister mor, ister yeşil...

Her renk olsun diyoruz işte...

Adam ol, insan ol...

Yeter.

—————

04.11.2015 11:17

Bu daha başlangıç...

 

Seçimlerin üzerinden 3 gün geçti. Herkes gazını boşalttı mı? AKP li arkadaşlar listelerden silindi mi? MHP li arkadaşlara ayar verildi mi? Türkiye'yi terk edeceklerini söyleyenler hazırlıklarını tamamladı mı?

Güzel.

Öyleyse biraz daha sakin kafa ile düşünelim.

Sen, AKP'ye oy veren ve sonuçların ilan edildiği andan itibaren "nasıl koyduk oğlum hepinize! Ayağınızı denk alın artık, saygı gösterin!" diyen kardeşim;

Yani elbette bir çok arkadaş bahsetti, dili döndüğünce anlattı ama, ben bir kere daha üzerinden geçeyim;

Biz ne dedik seçimlerden önce? Bu adamlar yalancı dedik. Devleti yönetenler bu kadar rahat, bu kadar fütursuzca yalan söyleyemez, söylememeli dedik. Sen "yalan söylüyorlarsa bana söylüyorlar, sana ne lan?" dedin. Daha dakika 1, gol 1. Boy boy ilanlar verdiler asgari ücret 1.300 TL olacak diye. Babacan bir vekilimiz dedi ki "yooo, biz öyle bi şey demedik ki. Biz komisyona tavsiyede bulunucaz. Artık onlar ne karar verirse...". E sen düdük gibi kaldın şimdi ortada?

Peki kimler kıçını yırttı senin için güzel kardeşim? Sinemaya gidip adam başı 17 TL ye bilet alan, sinemadan önce yemeğini Kanyon'da Midpoint'te adam başı 5o Tl ye yiyen, film izlerken de mısır-kola menüye 24 TL veren, filmin arasında da 20 TL ye meyveli yoğurt hüpleten insanlar senin için yırtındı.

Her sabah ofisine gittiğinde Starbucks'tan kahvesini alan, öğlen yemeğinde arkadaşları ile İstinye Park'ta yemek yiyen, haftasonu Ağva'ya kaçan, iş çıkışı sporunu yapan, altında arabası, elinde son model telefonu, evinde her akşam sıcak yemeğini yiyip, çocuğu ile oyun oynayan insanlar yırtındı senin için.

Kızın vardır herhalde değil mi canım kardeşim? Ya da kız kardeşin? Annen? Kız arkadaşın veya karın? Hah... Şimdi onların başına bir şey gelse Allah korusun, mesela kansızın biri kuytuda sıkıştırıp ırzına geçse, o kansız, mahkemede kravat takıp iyi hal indiriminden faydalanmasın diye yırtındık.

Sana hepi topu 1.300 TL asgari ücret vaad edip, sabahına çark eden adamlar Avrupa'da mağaza kapatıyor, milyon dolarlarla oynuyor, rüyanda göremeyeceğin paralara saatler alıp rüşvet olarak dağıtıyor. Sen yol yaptılar diyorsun, adam o yolla daha çok milyon dolar götürüyor. Sen tank üretiyor, uçak üretiyor diyorsun, adam saman ithal ediyor, saman! Sen ekonomi uçuyor diyorsun, 2013 te 19 milyon adet olan icra dosyası, 2014 te 38 milyon olmuş. Harbiden uçuruyorlar yani...

Siz biz yok güzel kardeşim. Neticede aynı gemideyiz hepimiz. Fakat senin bu oy verdiklerin, başına tac ettiklerin, götüne kıl, canına kurban oldukların koca bir motor yat almış bizim gemiyi dikizliyor. Biz o gemide sıkış tıkış can derdindeyken, onlar yatlarında uzanmış keyif yapıyor. Sen de ufuktaki yata ve içindekilere bakıp "helal" diye yırtınıyorsun be kardeşim... Bizim gemi batarsa hepimiz batıcaz, bak onlar paçayı sıyırıyor diyorum, sen ya Allah Bismillah, Allahuekber diyorsun. E ben de "la havle" çekiyorum, ne yapayım?

Oğlun askerde mi kardeşim? Abin veya? Kocan?

Bak terör zart diye durdu birden. Ne bomba patlıyor, ne karakol basılıyor. Ulan HDP HDP diye paraladın totonu, bak adamlar neredeyse barajın altında kaldı ama hiç canlı bomba yok ortada. PKK dan çıt çıkmıyor, IŞİD "1-2-3 Tıp!" diyor, ne polis mayınla havaya uçuyor güneydoğuda, ne asker. Lan oğlum, bu seçimden önce ölen garibanlar hep senin oğlun, senin kocan, sen baban, senin abindi... Bizler senin için yırtındık. Dedik ki, bak bu adamlar seçilene kadar terör estirecek, oyuna gelme! Yazık olmadı mı yitip giden onca cana? Hayır yani, "hepimizi öldürecekler diye korktuk, o yüzden verdik oyumuzu bunlara" desen anlarım da, "nasıl koyduk ama" diye korna ile dolaşıyorsun caddelerde... Manyak mısın kardeşim sen?

Ve tabi AKP'ye oy vermeyen, çağdaş, özgür, medeni bir Türkiye'de yaşamak için sorumluluğunu yerine getiren güzel kardeşim;

Mesele sadece verdiğin oya sahip çıkmak, tatile gitmeyip vatandaşlık görevini yerine getirmek, Gezi'de direnmek değil, anlamadın mı hala?

AKP neden 4 sene daha gitmeyecek?

Çünkü yıllardır çalışıyorlar. Bıkmadan, usanmadan çalışıyorlar. Mağdurken de çalıştılar, mağrurken de... Halkı dinlediler, halka gittiler, halktan geldiler. Organize oldular. Öyle bir organizasyon ki, kendileri trilyonları hüpletirken, nefesi açlık kokanlar "götünün kılıyız" dediler. Öyle bir organizasyon ki, adam Davos'ta "van minits" dedikten 2 saat sonra ellerinde koca koca bez pankartlarda "asrın lideri" yazılarıyla karşıladılar abiyi... Ulan ne ara hazırlattın o pankartı, ne ara siparişini verdin de, ne ara gidip aldın da, ne ara o havaalanına gittin oğlum?? Yaptılar işte..

Sen ise kalkıp sadece "ulan beter olun!" dedin.
"Bi daha da tekiniz için üzülürsem namerdim" dedin.
"Terk edicem lan bu ülkeyi" dedin.
"Yok hundan sonra oy kullanmak falan" dedin.
"Geberin ulan hepiniz açlıktan!" dedin.
"Askerde şehit olan senin oğlun salak! Beter ol" dedin.

Şimdi kalkıp bir de "Ben Atatürkçüyüm, ben vatanseverim" mi diyeceksin? "Ben hep bunları düşündüm ama bunlar kendileri kaşındı" mı diyeceksin?

Ne yapmamız gerektiğini söyleyeyim o halde;

Dinleyeceğiz. Anlamaya çalışacağız. Neden ısrarla bu adamları seçiyorlar? Hayatta kalma içgüdüsü mü? Açlık korkusu, ölüm korkusu mu? Beyaz Türklere olan garezleri mi? Bu adamlara imrenmeleri mi?

Yahu adamlar bunları yerlerde sürüklüyor, cenazeye gidip dayak atıyor, %60 oy çıkıyor yine de. Neden? Ülkeyi terk ederek, ne haliniz varsa görün diyerek çözemezsin bunu. Hala bu kafadaysan da, AKP den daha büyüktür bu ülkeye zararın, bilesin.

Hadi Bahçeli'ye küfredelim, Kılıçdaroğlu'nu yerden yere vuralım, Demirtaş'a PKK lı diyelim. Süper gaz çıkardık. Sonra?

Seçimden önce AKP ye oy vereceklere "uyanık olun" dedik. "Mallık yapmayın oğlum, bak bu adamlar yalancı, katil hırsız" dedik. "Akıllı olun, yakmayın ülkeyi" dedik.

Sanrım artık biraz susma zamanı. Susup da dinleme zamanı. Dinleyip de duyma zamanı...

Asıl mücadele şimdi başlıyor.

10 milyon insan yine oy vermeye gitmedi.
1 milyon insan geçersiz oy kullandı.

56 milyonun 11 milyonu hala suskun. Hala kararsız. Hala öfkeli. Hala izliyor. Yüzde 20 den bahsediyorum. Tam 4.5 milyon insan da daha 5 ay önce AKP ye tekmeyi vurmuşken, bugün çark etti. Etti sana 15 milyon seçmen. Yüzde 27 demektir. Kaybedilen bir şey yok. Alınacak çok yol var aksine. Ülkeyi terk etmenin, oy kullanmamanın, önüne gelene ayar vermenin zamanı değil güzel kardeşim.

Ne diyorduk?

BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM!


—————

03.11.2015 09:20

Milli İrade

Seçimler Pazar günü yapıldı. Halk seçimini yaptı, ama öyle ama böyle...

Hemen ertesi gün, sabah namazı çıkışında Erdoğan bir açıklama yaptı; "Dünya ülkeleri milli iradeye saygı göstermiyor" dedi.

...

Bu açıklamayı evinden seyreden büyük bir kitle "Adam haklı birader! Biz seçimimizi yaptık, onlar kendilerine baksınlar! Milli irade esastır kardeşim!" falan dedi.

Bu durumda biraz Milli İrade'den bahsetmek gerekir diye düşündüm.

Malum, iktidardaki AKP sadece 5 aylık bir sürede oylarını 9 puan ve 4.5 milyon adet arttırdı. Tarihte başka örneği yoktur diye düşünüyorsunuz değil mi?

Var.

5.Mart.1933

Almanya federal seçimleri gerçekleştiriliyor. Hitler'in Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi oyların %43.91 ini ve meclisteki 647 sandalyenin 288 ini alıyor. Otto Wells'in Alman Sosyal Demokrat Partisi %18.25 oy ve 120 sandalye alıyor. Ernst Thalmann'ın Komünist Partisi ise %12.32 oy ve 81 sandalye alıyor. Seçimlere katılım oranı ise %71.60

Derken tarih yaprakları 12.Kasım.1933'ü gösterirken, yani bir önceki seçimlerden sadece 8 ay sonra, halkın %95.30'unun katılımı ile Almanya federal seçimleri tekrarlanıyor. Hitler'in Nasyonel Sosyalist İşçi Partisi oyların %92.11'ini alarak Reichstag'daki 661 sandalyenin tamamını ele geçiriyor. Hitler 1934 yılından itibaren hem Şansölyelik (bizdeki Başbakanlık) hem de Cumhurbaşkanlığını "Führer und Reichskanzler” unvanıyla birlikte yürütür.

Bir önceki seçime kıyasla oylarını 48 puan arttırırken, sandalye sayısını da 373 arttırıyor. Bu seçimlerin özelliği, tüm muhalif çevrelerin bastırılması ve tam 3.3 milyon seçmenin oyunun geçersiz sayılmasıdır.

Ya İtalya?

1922'de İtalya Kralı Benito Mussolini'yi Başbakan olarak atar. Mussolini'nin Faşist Partisi 1924 seçimlerinde halkın %61.3'ünün oyunu alarak iktidarını sağlamlaştırır. Bu tarihten sonra Mussolini tüm Bakanlık görevlerini kendisi üstlenir.

Hani ortalıkta mili irade şöyle, milli irade böyle diye başı kesik tavuk gibi dolaşıyorlar ya, size o iradenin yaptığı 2 seçimden bahsettim sadece.

Geçmişin yıkıntıları, bugünün uyarılarıdır demiş George Bancroft. Aklınızda bulunsun istedim.

Şimdi dağılabilirsiniz güzel kardeşim.

Selametle.


—————